Recep ZOROĞLU Vefat Etti. Recep ZOROĞLU Vefat Etti. Emekli öğretmen Recep Zoroğlu ( Recep Hoca ) 24 Eylül Perşembe günü hakkın rahmetine kavuşmuştur. Naaşı 25 Eylül Cuma günü Gırgırlı köy aile kabristanlığında defnedilecektir. Kaynak : Ali ZOROĞLU Başta aile fertleri olmak üzere yakınlarına çevre dostlarına baş sağlığı ve metanet dilerim. Merhum Recep ZOROĞLU Hocamıza Allah’tan rahmet mekânının cennet ruhunu şad eylemesini tazarruu ederim. KOLUM, KANADIM KIRILDI Kırk dokuz yıl önceydi. Öğretmen olarak Ordu, Akkuş, Çamalan Köyü İlkokuluna atanmıştım. 15 Eylül günü ilçede göreve başlama işlemlerim biter bitmez köyüme gitmeyi amaçlamıştım. Zekeriya'nın Dodge pikapı Salman'a kadar gidermiş. Salman ile Çamalan arası yedi kilometreymiş, yaya olarak gidebilirmişim. Araçtan indiğimde beni Recep Hocanın yanına götürdüler. Recep Hoca Çamalan Köyü İlkokulu Müdürüymüş. O da genç bir öğretmen. Yirmi altı yaşında. Benden sekiz yaş büyük ve sekiz yıllık öğretmen. Bu iyiydi benim gibi göreve ilk başlayan deneyimsiz bir öğretmen için ve ben şanslıydım. Ayrıca okulda birde Necati Yıldız öğretmen varmış. O on iki yıllık öğretmenmiş. Tek başıma çalışacağım bir köye de atamam yapılabilirdi. Bu anlamda çok sevinçliydim. Hani derler ya "Hep iyi kişilerle karşılaş!" Çok severim bu sözü. Bana da hayatta hep iyi kişilerle karşılaşmak düştü. Başta Recep Zoroğlu abim, Nizamettin, Bahattin, Azime... Hangi birini sayayım? Bana bu soruyu sormayın. Saatlerce saysam bitmez. Tanıştık Recep Hoca ile. Kucakladı beni sımsıkı. O iyi insanlardan birisiydi belli ki Recep Hoca. Sordu. Nerede okuduğumu, nereli olduğumu. Anlattım. Henüz yeni nişanlı olduğumu da söyledim bir ara. Sımsıcacık bir insan Recep hoca. Dünya tatlısı olduğu her halinden, her hareketinden o kadar belli ki... İnsanı öylesine etkisi altında bırakıyor ki... Kuşkularım ve tedirginliğim vardı. İlk kez Kastamonu dışına çıkmıştım. Ülkemi haritalar dışında hiç tanımıyordum. İnsanlarını, kültürlerini de kitaplar dışında bilmiyordum. Olumsuz düşüncelerim bir anda yok oldu Recep Hocayı tanıdığımda. Herkesin Recep Hocası o andan başlayarak okul içinde müdürüm, okuldan çıktığımızda da abim oldu benim. Recep abi Salman Köylüydü ve Salman yoktan varolan bir pazar yeri, küçücük bir mahalleydi. Giderek hızla büyüyor kasaba olmaya doğru ilerliyordu. Beş altı bakkal, üç dört kahvehanesi vardı. Elektrik yoktu Anadolu'nun birçok yerinde olmadığı gibi... Göreceli olarak kendine özgü bir sosyal yaşam başlamıştı köylerden farklı olarak ve bu sosyal yaşam nedeniyle Recep Abim yaz aylarında Salman'da kalıyordu. Her bina yeniydi ve yeni yapılmış evlerden birisini kiralamıştı. Binadaki diğer daireyi de bacanağı da olan öğretmen Kaya Demiral abim kiralamış. Okullar henüz açılmamış, daha on beş gün vardı açılmasına. Bu süre içinde benim yeni nişanlı olduğumu düşünerek, beni memleketime gönderdi on günlüğüne ve dönüşte de bana ev arayacağımızı söylemişti. Ev bulununcaya dek de onun konuğu olacağımı söyledi ve beni belirsizlikten kurtarmıştı. Okullar açılmadan bir gün önce eşyalarını okulun tek olan küçücük lojmanına taşımıştık. İki odalı lojmanın bir odasını bana vermişti. Bana uygun bir ev aramaya başladık. 170 öğrenci vardı. Öğrencilerin tümüne söyledik. Bir oda da olsa benim kalabileceğim uygun bir ev aradığımızı, bunu babalarına söylemelerini istedik. Hergün yeni bir ev teklifi gelmesine karşın Recep abi bunların hiçbirini onaylamıyordu. Kendine göre gerekçeleri vardı ama, bunları da benimle pek paylaşmıyordu. Sadece 'orası olmaz!" diyordu. Derken öğrenci helasının yanında okulun odun deposu olarak yapılmış, bir süre bizden önceki bir öğretmenin inek bağladığı, Recep abinin de bir süre at bağladığı yeri bana bekar lojmanı olarak düzenlemeyi kararlaştırdık. Komşumuz Selahattin abi ve Osman abi oraların ev ustalarıydı ve tek odalı lojmanımı imece ile hazırlayabileceklerini söylediler. Tavan ve taban için kırk kadar tahta gerekliydi. Bunu da sağolsun köylüler bir iki gün içinde birer ikişer tahta getirerek tamamladılar. Bir hafta içinde tavan ve taban tahta ile kaplanmıştı. Osman abi buraya kestane kerestelerinden yeni bir kapı ve pencere yaptı ve taktı. Sıva işini de aşağıdaki dereden kum taşıyarak yapacaktık ki, kar bastırdı. Hem sıva yapsak da o sıva kurumadan orayı kullanamazdık. Islak sıva hasta ederdi insanı. Recep abi çok iyi bir insan, eşi Pembe abla da en az abim kadar iyi bir insan olmasına karşın sıkılıyordum onları rahatsız ettiğim için. Oysa ki beni kendi evlatları olarak görüyorlardı. Yemeği de birlikte yiyorduk. Hoş, yük olmamak adına kendi yemeğimi kendim başka bir yerde yapsam, böyle bir olanak ve ortam da yoktu. Biraz da buna zorunluydum. Çok istiyordum benim minik lojmana bir an önce taşınmayı, ama... Buna izin vermiyorlardı. Yılbaşı gecesini Salman'da geçirmek üzere okuldan çıkınca Salman'a gittik. Kahvehaneye yeni oturmuştuk ki, Akkuş'tan yolcu arabasının geldiği görüldü. Az sonra da bir genç adamı getirdiler yanımıza. Bizim yanımıza yeni atanan dördüncü öğretmendi Nizamettin. Beni nasıl kucakladıysa Nizamettin'i de öyle kucakladı. Biz de kucaklaştık. Kars, Selimliymiş. Okulumuza bir öğretmen daha atanacağından hiç haberimiz yoktu. Bize bir süpriz, aynı zamanda yılbaşı hediyesi olmuştu Nizamettin Demir. Onun da ilk görev yeriydi Çamalan. Geceyi kahvehanede sabahlayarak geçirdik. Nizamettin yol yorgunuydu. Kafasını boş bir masaya koyarak uykuya daldı bir süre sonra. Recep abi sabaha kadar oyun oynadı, ben seyrettim. Sabah olduğunda fırından taze ekmek, bakkaldan helva, zeytin aldık. Kahvehanede kahvaltımızı yaptık. Taşıyabileceğimiz kadar bakkal alışverişi yaparak yola koyulduk. Geldik Çamalan'a. Recep abinin bir konuğu varken oldu iki tane... Bir iki gün sonra Nizamettin ile oturduk bir plan yaptık. Ne olursa olsun biz sıvası yapılmamış yere taşınacaktık. Fakat duvarların görüntüsü hiç içe sinecek gibi değildi. İnek ve attan kalan dışkılar sıçramış duvarlara ve pislik içindeydi. Bir çözüm ürettik buna. Göreve başladığım gün Cumhuriyet Gazetesine abone olmuştum. Gazeteleri PTT Acentalığı görevini yapan Aliosman abi getiriyordu on beş günde bir ilçeye gidip geldiğinde... Tabi ki mektuplarımızı da... Üç ayı geçmiş yüze yakın gazete birikmişti ve ben onları biriktiriyordum. İşte bu gazeteleri duvar kağıdı gibi kullanacak duvarları kaplayacaktık. Nişastadan tutkal hazırlandığını öğretmen okulundan biliyorduk. Öğretmişlerdi. Recep Abi ile Necati abi de yardım ettiler bize ve bir günde duvarları kapladık. Ördek sobamızı da kurduktan sonra yataklarımızı sermekten başka işi kalmamıştı bize o gün saray gibi gelen lojmanımızda. On altı metrekareydi ama bizim için köşktü, villaydı burası. Banyosu mu? Çinko büyük bir leğen ve iki gazyağı tenekesiydi, bir maşrapası ile... Helası mı? Eeee... Yan taraf zaten öğrencilerin helasıydı. Yeni bir helaya ne gerek vardı? Mutfak mı? Kimi zaman gazocağı, kimi zaman ördek sobanın üstü... Bundan iyisi can sağlığı... Günler çok güzel geçiyordu. Akşamüstü ders çıkışında Recep abi bize çoğu kez "Bırakın yemekle uğraşmayı. Akşam bize geleceksiniz. Pembe ablanız yemeği çok yaptı. Sizi yemeğe bekliyor." dediğinde utanıyorduk. O ise "Gelmezseniz Pembe ablanız size darılır." diye tehdit de ediyordu. Kimi zaman biz yemeği fazla yapar onları çağırırdık. Ya da tencerelerimizi alır onlara giderdik. Aramız elli metreydi zaten. Hiç de zor olmuyordu. Hoş, zor olsa ne yazar? Yeni öğretmendik. İdeallerimiz vardı. Gençliğimiz vardı. Heyecanımız vardı. 23 Nisan geliyordu ve biz farklı bir program yapmalıydık. Ben mandolinimle hem bir koro kuracak, mini bir konser hazırlayacaktım; hem de bir halk oyunu ekibi kurup bayrama gösteri yapacaktık. Bir de piyes düşündük. Pusuda oyununu kararlaştırdık. Üçümüz oynayacaktık. Hazırlıklar bitti, bayram gününden bir gün önce çocuklarla haber saldık tüm köylülere. Herkesi okula bekliyorduk. Hava çok güzeldi şansımıza ve program büyük bir kalabalık huzurunda çok güzel başlayıp, bitti. Köylülerimiz mutluydu. Biz mutluyduk. Hele çocuklarımız hepimizden daha çok mutluydu. Recep Abim iyi bir öğretmendi. Öğretmenliği kadar da iyi bir dosttu. İyi bir halk insanıydı. Toplumcuydu. Ülkesini çok severdi, işini de sevgiyle yapardı. Ondan çok şeyler öğrendik. Biri Çamalan'da, biri de Salman'da kurulan iki köy kooperatifinin kuruluşunda üçümüzde olağanüstü çaba harcadık. Daha Pembe ablanın acısı küllenmemişken bugün öğleye doğru kara haberi Nizamettin'den aldım. O yıllarda Üç buçuk dört yaşında olan ve kucağımda oturmaktan, bana sürekli soru sormaktan büyük keyif alan Alper'i aradım. Sabah kahvaltısındayken babasının kalp krizi geçirdiğini üzüntüyle anlattı. Sözün düğümlendiği yerdeydik ikimiz de... Bir süre konuştuk, kapattık. Bir süre ağladım. Benim için çok büyük anlamı olan elleri öpülesi canım gibi çok sevdiğim abimi kaybetmenin derin hüznünü yaşadım. Belki ileride yine yazarım ama gözümün önünden film şeridi gibi geçen anıları yazmalıydım. Öyle bir sorumluluk hissettim. Başta dört güzel evladına, yakınlarına, arkadaşlarına, dostlarına, sayısız yetiştirdiği öğrencilerine/öğrencilerimize, annesi ve babası gibi çok seviyordu eşim onları, o nedenle eşime ve can arkadaşım Nizamettin Demir'e başsağlığı diliyorum. Bu günden sonra kendimi hep eksik hissedeceğim. Işıklarda uyuyasın can abim. Sebahattin ÇILBIR |
906 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |